Home Yazılar TÜRKİYE YÖNÜNÜ ARIYOR: DOĞU MU, BATI MI?

TÜRKİYE YÖNÜNÜ ARIYOR: DOĞU MU, BATI MI?

Prof. Dr. Melih Bulut

yazan KAAN YILANCIOĞLU

Prof. Dr. Melih Bulut

-Küresel krizlere ilave olarak ekonomik, yönetimsel krizlerle ve ağır bir sığınmacı sorunu ile boğuşan Türkiye haklı olarak yönünü arıyor; Doğu mu, Batı mı? Yoksa yeni bir medeniyet inşası mı? Doğrusu ben ne Doğu’nun ne de Batı’nın bizim ve dünyanın sorunlarına çare üretebileceğini öngörmüyorum. Türkiye ve insanlık olarak bir eşikteyiz. İçinde bulunduğumuz fevkalade ağır koşullardan ancak tüm birikimlerimizi kullanarak oluşturacağımız “Yeni Bir Medeniyet İnşası” ile kurtulabiliriz.

-Türkiye’nin veya halkına refah ve huzur vermek isteyen bir devletin Şanghay İşbirliği Örgütü’nde işi olmaz. Türkiye, yeni bir medeniyeti inşa etmeli. Türkiye, Batı’nın önemli bir parçası olduğundan Batı’dan kopmamalıdır. Batı ittifakı ve NATO içerisinde kalarak, kim iktidarda olursa olsun, ulusal çıkarlarımızı sonuna kadar savunmalı ve güvenlik kaygılarında en ufak bir tereddüte yer verilmemelidir. Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefi, ulusal ortak bir politika olmalıdır.

-“Yeni Bir Medeniyet İnşası”nı gerçekleştirecek olanlar, küresel vicdana sahip küresel vatandaşlardır. İster ABD’deki Black Lives Matter hareketi olsun, isterse Rusya’nın Ukrayna işgaline karşı olsun, elindeki tüm imkanlarla haksızlığa, hukuksuzluğa, ayrımcılığa, ötekileştirmeye karşı çıkan vicdan sahibi dünyanın her yerinden insanlar bunlar.

-Anadolu, insanlığın gerçekleştirdiği en önemli başarıya, tarım devrimine hayat vermiş, demokrasiyi yeşertmiş; Doğu, Batı tüm medeniyetlere ilham kaynağı olmuştur. Bu sorumluluğun bilinciyle ve birikimlerimizin gücüyle hem Doğu, hem Batı’ya yaranmak veya yönünü tamamen Doğu’ya veya Batı’ya çevirmek yerine kendi ülkemizin ve dünyanın yararı için insanlığa yeni bir medeniyet inşasında önder olmalıyız.

Türkiye ve dünyada çok yoğun bir gündem içerisindeyiz. Ukrayna’nın doğu cephesindeki zaferinin gölgesinde başlayan Şanghay İşbirliği Örgütü toplantılarının yankıları sürerken İran’da molla rejimine karşı neredeyse tüm ülkede isyan başladı. Küresel krizlere ilave olarak ekonomik, yönetimsel krizlerle ve ağır bir sığınmacı sorunu ile boğuşan Türkiye haklı olarak yönünü arıyor; Doğu mu, Batı mı? Doğrusu ben ne Doğu’nun ne de Batı’nın bizim ve dünyanın sorunlarına çare üretebileceğini öngörmüyorum. Türkiye ve insanlık olarak bir eşikteyiz. İçinde bulunduğumuz fevkalade ağır koşullardan ancak tüm birikimlerimizi kullanarak oluşturacağımız “Yeni Bir Medeniyet İnşası” ile kurtulabiliriz.

Aslında bu medeniyeti gençler, dijital teknolojilerin içine doğmuş veya dijitalin ruhunu özümsemiş kuşaklar adım adım inşa etmeye başladılar. Doğu, Batı, Kuzey, Güney gibi belirli bir coğrafi konumdan çıkmayan; tersine tüm ülkelerde öncüleri, taşıyıcıları, önderleri olan ve her yere yayılan bir medeniyet bu. Halen elle tutulur, gözle görülür, kolay açıklanabilir bir durumda değil, ama emareleri çok belirgin; daha önemlisi böyle bir medeniyete ihtiyacımız olduğu kesin.

                                    TÜRKİYE’NİN ŞANGHAY İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ’NDE İŞİ OLAMAZ

Baştan söyleyeyim; katılırsınız katılmazsınız bilemem ama kanımca Türkiye’nin veya halkına refah ve huzur vermek isteyen herhangi bir devletin Şanghay İşbirliği Örgütü’nde işi olmaz. Türkiye, yeni bir medeniyetin inşa sürecinde kesinlikle. Türkiye, Batı’nın önemli bir parçası olduğu Batı’dan kopmamalıdır. Batı ittifakı ve NATO içerisinde kalarak, kim iktidarda olursa olsun, ulusal çıkarlarımızı sonuna kadar savunmalı ve güvenlik kaygılarında en ufak bir tereddüte yer verilmemelidir. Avrupa Birliği, her ne kadar hantal bürokratik bir yapı olsa da tam üyelik hedefi ulusal ortak bir politika olmalıdır. Uzun yıllardır bu konuda bir referandum yaparak halka AB tam üyeliğini isteyip istemediğini sormak gerektiğini, eğer “evet” çıkarsa konuyu artık siyasi değil, teknik bir mesele haline dönüştürebileceğimizi iddia ediyorum. Nitekim Avrupa ve Batı ile ilişkilerimizin en sorunlu olduğu zamanlarda bile, farklı araştırmalarda, halkın birliğe üyelik isteği %60’ların altına düşmedi.

                             TÜRKİYE’Yİ İŞGAL EDEBİLME POTANSİYELİNE SAHİP TEK ÜLKE RUSYA’DIR

Türkiye’yi işgal edebilme potansiyeline sahip tek ülke Rusya’dır ve bizim dış güvenlik anlayışımız bu çıplak gerçek üzerine inşa edilmelidir. Nitekim Rusya, Ukrayna’yı işgal teşebbüsü ile ne kadar güvenilmez olduğunu ortaya koydu. İşgal ve savaş, her zaman kötüdür, ama Rusya’nın bu çağda sivillere ve sivil yerleşim yerlerine, hatta hastanelere yönelik ısrarlı ve kasıtlı saldırıları tüm dünyanın nefretini uyandırdı. İlaveten girdikleri her yerde sivillere yönelik katliam, işkence, kadınlara hatta çocuk yaştakilere tecavüz gibi savaş suçlarını pervasızca işlediler. Böyle bir ülke ile mi aynı işbirliği örgütü içinde olacağız? Türkiye için NATO şemsiyesinin ne kadar önemli olduğunu Ukrayna işgali net biçimde gösterdi. Buna karşılık Soğuk Savaş, bizim topraklarımızda adeta sıcak bir savaş gibi cereyan etti. Bunun olumsuz etkilerini birçok akranım gibi ben de bizzat kendi hayatımda yaşadım. NATO ve ABD, ülkemize karşı pek çok yanlış yapmış olabilir, eleştirilerimizi acımasızca yapalım, ama ülkemizi bu geçiş döneminde savunmasız bırakmayalım.

PAYLAŞIM EKONOMİSİ, MÜŞTEREKLEŞME HER GEÇEN DERİNLİK KAZANIYOR

Ekonomi, sağlık, iklim, göç ve sığınmacı krizlerine ilave olarak ortaya çıkan yönetim krizleri dünyadaki her ülke, devlet, kurum ve kişileri derinden etkiliyor. Ağır krizlerle seyreden bir dönüşüm çağı bu; eskinin kurum, kural ve değerleri çare olmuyor. Her ne kadar “Batı” yı, “Doğu” ya yeğlesem de Batı Medeniyeti veya Doğu Medeniyetinin bu krizlerin üstesinden gelme kapasitelerinin olmadığını artık iyi biliyor ve örnekleriyle her gün yaşıyoruz. Örneğin bugün geçerli ekonomik sistem, kapitalizmin neoliberalizm versiyonu nefesini tüketmiş durumda. Buna karşılık paylaşım ekonomisi, müşterekleşme (veya ortaklaşma/Commonism) her geçen gün derinlik kazanıyor. Müşterekleşmede özel mülkiyet yerine hiç kimseye ait olmayan ancak herkes tarafından ortaklaşa kullanılmasına izin verilen müşterekler (commons) var. Toplumun temeli, özel mülkiyete dayanmıyor. O zaman rekabet yerine işbirliği sosyal ilişkilerin temel biçimi haline geliyor.  Özel mülkiyet kadar önemli bir konu da COVİD-19 salgınında aşı ve ilaç geliştirme çalışmaları sırasında tekrar gündeme gelen fikri mülkiyet hakları ve patent meselesi. Bunun da ciddi biçimde gözden geçirilmesi ve yeniden, halk lehine düzenlenmesi lazım. Örneğin ABD’de ve pek çok ülkede devlet kaynaklarıyla fonlanan araştırma ile elde edilen bir patent hakkından kamu doğrudan menfaat sağlayamıyor; çok uluslu şirketler günün kazananı oluveriyor.

                  KOOPERATİFLEŞME, EKONOMİK FAALİYETLERİN TEMEL TAŞLARINDAN BİRİ OLACAK

Kooperatifçiliğin sadece tarım ve benzeri sektörlerde değil, yeni bir medeniyetin ekonomik faaliyetlerinin de temel taşlarından birisi olacağını vurgulamak lazım. Bugün krizde olan Türkiye’deki medya ve eğitim sektöründe kamu yararını gözetecek kooperatif ve benzeri yepyeni yapılanmaların çok başarılı olabileceğini öngörüyorum. Her yurttaşa “Evrensel Temel Gelir” yeni medeniyetin bir diğer temel taşı olmalıdır. Her ülke, gücü nispetinde bunu bütün vatandaşlarına sağlamalı ve insanları adeta köleleştiren, yaratıcılıklarına zaman ve fırsat bırakmayan mevcut çalışma, iş düzeni tarihe karışmalıdır.

                                        KADINLAR, YENİ MEDENİYETİN TAM MERKEZİNDE YER ALACAK

Kadınlar yeni medeniyetin tam merkezinde yer alacak. Çünkü iyilik ve yaratıcılık böyle bir medeniyetin en önemli hasletleri olacaktır ki kadınlarda bu özellikler doğal olarak var. İran gibi otoriter rejimlerin kadınlara yönelik baskıları sebepsiz değil; geleceği kadınların kurmasından korkuyorlar. Diğer taraftan İran’daki zorunlu başörtüsüne karşı eylemlerle yükselen sonra da ülke çapında isyana dönüşen kadın hareketi, ülkemizde yaşanan Gezi eylemi gibi, insanlığın yeni bir medeniyet inşası macerasında çok önemli kilometre taşlarından biri olarak anılacak. Diğer taraftan İran gibi darbeye direnen Myanmar’da, erkeklerini zorunlu asker olarak vermek istemeyen Dağıstan’da ve pek çok başka yerde şahit olduğumuz üzere eskiye canı pahasına kafa tutarak “Yeni” yi kurma cesaretine sahip olanlar da kadınlar.

                                      Z KUŞAĞI KENDİNDEN ÖNCEKİLERE FARK ATIYOR

“Yeni Bir Medeniyet İnşası”nı gerçekleştirecek olanlar, küresel vicdana sahip küresel vatandaşlardır. İster ABD’deki Black Lives Matter hareketi olsun, isterse Rusya’nın Ukrayna işgaline karşı olsun, elindeki tüm imkanlarla haksızlığa, hukuksuzluğa, ayrımcılığa, ötekileştirmeye karşı çıkan vicdan sahibi dünyanın her yerinden insanlar bunlar. Sosyal medya sayesinde artık onların var olduğunu ve yeri geldiğinde tüm güçleriyle ayağa kalktıklarını biliyoruz. Vicdan sahibi olmak ve gerektiğinde hiçbir şeyden korkmadan cesaretle değerlerini savunmak insan denen yaratığın dünyaya hakimiyet kurmasını sağlayan farklı nitelikleri değil midir zaten? Bu konuda Z kuşağı kendinden öncekilere fark atıyor doğrusu. Deloitte araştırma şirketinin verilerine göre Z kuşağının %94 ü şirketlerin önemli sosyal sorunlara karşı bir duruş sergilemesini yani vicdanı olmasını bekliyor, bu yepyeni bir olgu. Çeşitlilik ve kapsayıcılığı önemseyen şirketlerin ürünlerini tercih ediyor. Bunları gerçekleştiremeyen markaların işi gelecekte zor gözüküyor; pekiyi ya ayrımcı, kutuplaştırıcı ülke yönetimlerinin geleceği?

YENİ MEDENİYET İNSANLARI ÖTEKİLEŞTİRMEYEN, TÜM CANSIZ VARLIKLARLA YAŞAMDAŞLIĞI TEMEL ALAN BİR MEDENİYET OLMALI

Bilimin ışığında kuracağımız yeni medeniyetin ipuçlarını bize yine bilim veriyor. Örneğin Anadolu’nun Antik DNA Projesi, çarpıcı sonuçlar gösterdi. Bu kapsamlı projeyle Marmara Bölgesi’ndeki höyüklerde yaşayan insanlar ile Orta Avrupa’nın ilk çiftçileri arasında genetik bağ olduğu saptandı. Yani sadece kültür değil, insanlar da bu bölgeden oralara gitmiş. Örneğin Almanya’da rastgele sokaktan bir insan çevrilse ve DNA’sı analiz edilse bunların beşinden birisinin de Anadolu’nun ilk çiftçilerinin genlerini hala taşıdığı görülecek! Yani birbirimizle gerçekten kardeşiz ve birbirimizden herhangi bir nedenle daha üstün değiliz. İlaveten bu çalışmayla Urartu medeniyetinin bile Levant ve Anadolu’dan köken aldığı ispatlandı. O halde inşa edeceğimiz yeni medeniyet eşitlikçi, din, dil, etnik köken itibariyle insanları ötekileştirmeyen, canlı cansız tüm varlıklarla yaşamdaşlığı temel alan bir medeniyet olmalı; esas itibariyle evrendeki her varlığın bağlantısal bütünsellik içinde hareket ettiğinin bilincindeki insanlarla birlikte oluşturulmalı.

TÜRKİYE; MEVLANA’YI VE YUNUS EMRE’Yİ ÇIKARMIŞ, NEŞET ERTAŞ’I VAR ETMİŞ İNSANLARIN ÜLKESİ…

Bu hedefi gerçekleştirmek kolay değil, biliyorum. Milli maçta karşı takımın, hem de Lüksemburg gibi önemli bir rakip olmayan ülkenin, marşı çalarken protesto eden, Ukrayna maçında gol yiyince Putin diye bağıran futbol seyircisine sahip Türkiye, yeni bir medeniyetin inşasında ne kadar söz sahibi olabilir? Diğer taraftan da ümit vaad ediyoruz: Mevlana ve Yunus Emre’yi çıkarmış, yetinmemiş tarihsel ve sosyokültürel birikimiyle Neşet Ertaş’ı var etmiş; onca kışkırtmaya ve yaşananlara rağmen halkın %64 ünün Yunanistan’ı düşman olarak görmeyen insanların ülkesi burası. Türkiye her durumda yeni bir medeniyet inşasında kilit olabilecek ülkelerden biri, çünkü burası sadece Doğu-Batı ekseninde değil, Kuzey-Güney ekseninde de merkez! Afrikalısı Ukraynalısı, Doğulusu Batılısı da, Çinlisi Arabı da burada kendinden bir şeyler bulabiliyor, yaşayabiliyor. Başı sıkışan, biz istemesek de, soluğu Türkiye’de alıyor, dünyanın en çok sığınmacı barındıran ülkesi olmak bu bakımdan övünülecek bir durum. Toplumda pek çok düzlemde tehlikeli biçimde duygusal kutuplaşma var, ama bunun, siyasetin hakim dili ve aktörleri değiştiğinde, hızla düzelebileceğine dair göstergeler de var. Ancak, şurası muhakkak ki önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ataerkil otoriter zihniyeti siyasetten tasfiye edemez ve bu değişimi yapamazsak 21.yüzyılda fazla bir varlık gösteremeyeceğiz.

        DÜNYANIN YARARI İÇİN İNSANLIĞA YENİ BİR MEDENİYETİN İNŞASINDA ÖNDE OLMALIYIZ

Anadolu, insanlığın gerçekleştirdiği en önemli başarıya, tarım devrimine hayat vermiş, demokrasiyi yeşertmiş; Doğu, Batı tüm medeniyetlere ilham kaynağı olmuştur. Bu coğrafyada yaşayan ve Anadolu’nun geçmişteki muazzam birikimlerinin mirasçısı olan bizler dünya bir krizden diğerine savrulur yeni bir medeniyet kurma zorunluluğu her gün kendini gösterirken başka toplumlara ve insanlara göre daha fazla sorumluluk taşıyoruz. Bu sorumluluğun bilinciyle ve birikimlerimizin gücüyle hem Doğu, hem Batı’ya yaranmak veya yönünü tamamen Doğu’ya veya Batı’ya çevirmek yerine kendi ülkemizin ve dünyanın yararı için insanlığa yeni bir medeniyet inşasında önder olmalıyız.

Prof. Dr. Melih Bulut 28.09.2022

You may also like

Leave a Comment